Kahramanmaraş ve diğer illerimizde meydana gelen depremde hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyorum…

Doğada bulunan canlı ve cansız varlıkların yani nesnelerin bir özü vardır. Canlı varlıklar insan, köpek, ağaç, gibi doğan, büyüyen, üreyen ve ölen varlıklardır. Bu varlıklar solunum, boşaltım, beslenme, sindirim, hareket, duyarlık gibi davranışları gösterirler. Canlı varlıkların bu davranışları yaşamsal ve fizyolojik özlerini oluştururlar. Cansız nesnel varlıklar taş, masa, sandalye, kalem vs gibi doğma, büyüme, üreme ve ölme faaliyetlerini göstermeyen varlıklardır. Bu varlıklarında doğal özleri vardır. Çevremizdeki canlı ve cansız varlıklar birlikte iç içe doğayı oluştururlar. Tabi burada şunu da söylemeliyiz ki canlı ve cansız varlıkların özlerinin de biçimi vardır ve bu biçim doğal olarak doğanın biçiminin yansımasıdır.

Buradan hareketle doğadaki canlı varlıkların ve cansız varlıkların görüntülerindeki karmaşık geometrik şekiller ilkel insanın bilincini oluşturan biçimlerdir. Örneğin insanlar, hayvanlar, ağaçlar, taşlar vs varlıkların görüntüleri, uzamları ve formları bilincimizde çeşitli geometrik şekillerin (yuvarlak, kare, dikdörtgen vb) biçimlerin oluşmasına neden olur. İnsan bilincine yansıyan bu biçimlerle yaşam araçlarını üretmiş ve tarihsel süreçte bütün toplumsal biçimleri oluşturmuştur.

Öz ve biçimin estetik ile ilişkisini de şu şekilde inceleyebiliriz. Modern İngilizcedeki ‘Estetik’ sözcüğü, Antik Yunancadaki algı anlamında kullanılan sözcükten türemiştir. Bu bağlamda biçimlerin oluşturduğu algılar bizim estetik duyumuzu da bir şekilde ifade eder diyebiliriz.

Estetik olarak bütün sanat yapıtları nesne ile ilgilidir. Doğadan ya da yine doğanın bir biçimi parçası olan insan varlığının öz biçiminin (ruhunun) doğayla ve nesneyle etkileşimi ile oluşan duyularıyla olan bir anlatımdır. Örneğin Heykel doğanın parçasıdır ve bir varlığı anlatır. Bir tiyatro oyunu doğada yaşanmış bir olayın yansımasıdır. Bir şiir ya da müzik parçası yine insanın öz biçiminin (ruhunun) yansımasıdır ve ne türden olursa olsun bir sanat yapıtının nesne dünyası vardır. Sanatçı nesneyi yorumlar, biçimlendirir, duygularını yansıtır ve bize nesne hakkında sanatsal anlatımlar sunar.

Burada şöyle bir soru aklımıza gelebilir. Tarihin toplumsal bir kesitinin biçimini yansıtan sanat eserini nasıl yorumlamalıyız. Feodal zamanlardan bir örnek verecek olursak. Toprağa dayalı düzen olan ve toprak üzerindeki egemenliğin parçalandığı üretim sistemi dediğimiz feodal zamanlarda, az gelişmiş üretim araçlarının ürettiği nesnel ürünlerin biçimi o zamandaki toplumsal yaşam biçimini oluşturmuştur. Bu toplumsal yaşam biçimi aynı zamanda feodal zamanlardaki insanların algılarını da oluşturmuştur.

                                                       

               Resim1: Monreale içinde Sicilya geç 12. Yüzyıldan                           Resim2: Chartres Katedrali 1220 Yüksek Gotik heykel

Avrupa’nın Feodal düzeninde kilise en önemli unsurdur. Kilisenin topraklarının çok büyük olması ve çok iyi örgütlenmiş hiyerarşik yapısı ile zamanının dinsel etkisiyle bu düzenin en önemli gücü olmuştur. Örneğin bu zamanda yaşayan bir sanatçı için en önemli yapı kilisedir. Feodal zamanlarda kentler, köyler, kasabalar kilise etrafında büyür. Kilise merkezdir. İnsanların kilise dışında sosyalleşmek, zaman geçirmek için gidecek başka bir yerleri yoktur. Feodal zamanda en önemli olaylar burada meydana gelir. Toplumun biçimlenmesinde çok etkili olacak kararların alındığı mekanlardır. Yani kilise sadece bir ibadet mekânı değil aynı zamanda toplumsal biçimlerin ve estetik algının oluştuğu yerlerdir. Sonuçta sanatçı, kendi özündeki biçimleri ve dönemin toplumsal biçimlerinin oluşturduğu estetik algısı ile kilise için eserler üretmiş diyebiliriz.