ayrılık

Sizin hiç ölmeden ruhunuz canınızdan çıktı mı? Uzun yolculuklarda arkanızdan gelenlere iz olsun diye kalbinizi bıraktınız mı? Her zaman oturduğunuz koltukta boşluğa yuvarlandığınız oldu mu hiç?

Bazı ayrılıkların tarifi yoktur, sancısı vardır.

Bazı hasretler yüzünüze yüzünüze sert rüzgârlar gibi çarpıp yanaklarınızı kurutur. Ve hiçbir nemlendirici örtemez çatlayan dudaklarınızı. Göğüs kafesinizdeki boşluğa dolar içeri sızan rüzgâr. O yüzden üşürsünüz amansızca. Anılar etrafınızda dolaşır, elinize yapışır geçmişin ertelenen sevmeleri. Bir kez daha sesini duymak için kulaklarınız telefona yapışır.

Koşulsuz sevmenin bedeli

Özlemler kara bir büyü gibi sarar sarmalar sizi. Koşulsuz sevmenin bedeli mi bu? Kimsesiz bıraktığımız bahçelere ekilen zakkumlar incitirken bedenimizi, içimizde hala sevmeye dair naralar atar kalbimiz. Tıkalı değilse kulaklarımız sevdaya, yollara düşmek için sabahı beklemez ruhumuz.

Sizden kopan, sizden uzaklaşan her neyse koşar adım ilerlemek gerek peşinden bazen. Ayakkabınızın bir tekini geride de bıraksanız bazen dönüp almaya zamanın yetmez. İlerlemeniz lazım sürekli, gözden kaybolmasına izin vermeden bir adım sonraya taşımak eksik kalan yanınızı. Ne kadar koşarsanız koşun bitmeyecek bir yolculukta bir yere varmak değildi mesele, sadece zamanın bir anında karşılaşmak ve yeniden kol kola yürümek için cesaret hapı yutmak gibi bir şeydi sadece. Bir yudum suya muhtaçlık nasılsa, gidene de öylesine susamaktı hayat.

Su dökmediysek arkasından, erken mi gelmiyordu gidenler! Kalbimizde çığır açan bu bekleyiş, bu masumiyet, bu hırçınlık, bu sonu gelmez kargaşa; hepsi sevdaya dair ama başımıza düşen bir tutam ayrılıkla kalakalıyor düşlerimiz.

Biraz onsuz, biraz sevgisiz, biraz da sancılı günlerin ardına saklanmış ayrılıkları alıp, bocalamak uçurumun kenarından aşağıya. Hadi biraz gülümseyin, kimin başına düşerse bin bir parçaya bölünmüş sevda.

Yeniden kolları sıvayıp, ceplerinizdeki tohumları ekmek lazım içimizdeki arka bahçeye…!