Başarmak için çokça mücadele ettiğiniz hayatınızın en kritik döneminde ringe havlu attınız mı hiç? Savaş tamtamlarınızı geride bırakıp belki de tam yenecekken mağlubiyeti hükmen kabul ettiğiniz zamanlar oldu mu?
Ben tam o andayım işte.
Kan ter içinde uyandığım uykulara bir yenisi daha eklenirken, benden tüm gün boyunca gülmemi bekleyenlerde cabası tabi. Ne verdinizde ne bekliyorsunuz sorusu kafamda çığır açıyor ve bu açılan kapıdan giren soğuk havanın etkisinden midir bilinmez hunili geziyorum bu aralar. Kalbimde en yakınlarımın açtığı derin sızılar kanıyor bir yerlere. Yine de ölmek için daha fazla kanatılmaya ihtiyacı vardı yaralarımın. Şimdilik bu kadarıyla baş edebilirdim sanki.
Sözüm ona bana hiç yatırım yapmadan benden mucize bekleyen insancıklara elbet. Dur bakim kimdi onlar; sen, sen, hey sen, birde şuradaki, ha bir de o uzakta sırıtan gizlice takip eden, ha bide hemen şu köşedeki… Liste uzun da ben nerde durayım diye volta atarken kırılıyor her yanım. Ve her şey yarım kalıyor yine! Bedeninize gösterdiğiniz özeni eğer ruhunuza göstermediyseniz tüm yaşantınız anlamsız kalıyor bu serzenişlerin yanında bilin istedim. Bir sıfır yenik başlıyorum yine. Hani bir maçta ben kazansam kümeye düşmeyecem belki de! Sırtımı dayayıp düştüğümden değil kırılan yanlarım, her şey fiziksel değil.
Gözümden, gönlümden düşenlerin bir tarafı kırılmadığından anlıyorum herkesin kendi dünyasında bir katil olduğunu lakin o da kendini bir film şeridinde izlediğinde anlayacak.
Eğer buda yalan değilse tabi diğerleri gibi.
Yalanlarla beslendiğimiz, umutlarımızın pipet yerine höpürtülerek sömürüldüğü bu dönemde tebessüm etmenin sadece kameraya bakmaktan ibaret olduğunu varsayarsak biz ne zaman yaşayacağız kim bilir? (Doğru soru ‘ben ne zaman yaşayacağım lakin kendime bunu sormaya hala cesaretim yok.’)
Eski bir evin üzerine asılmış yeni bir tabela gibi gerçek bir değer arıyordum hayattan. Ama bu yaşadıklarımız gerçek değilmiş diyorlar, ölünce uyanacakmışız bu rüyadan. Kim daha önce uyanırsa diğerine kopya verse atılır mı dersiniz düştüğümüz bu çukurdan!
Geleceğin bilinmezliği, eskinin alışkanlıkları, yeninin modernliği, alıcılarımı hangi yöne evirileceğim konusunda inanılmaz yorarken, hayat benim dışımda öylece akıp gidiyordu. Hani derler ya hayatta hiçbir seçeneğin kalmadığı zamanlarda bile hep iki seçeneğin vardır. Mahpusta demirlerin arkasına hapsedilmiş gibi tüm kelimeler. Bir türlü dökülmüyor doğru cevaplar dudaklarımdan. Seçim yapmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Kararsızlık burcumun dengelerini alt üst etmeye yetecek kadar ayyuka çıkmıştı yine.
Sonra yeni bir gün dedikleri sabah oluyor, yeni bir gün ne kadar yeni olabilirdi ki her şey bu kadar eskiyken. Ben yine de güneşle yaraşır gibi hadsiz davranmaya devam ediyorum üstüne biraz daha odun atarak. Bulutların üzerinde tepinmek için kanatlara ihtiyaç duymamamda cabası. Serzenişlerimi bu kadar yakından duyacağına inandığım tanrının sırtımı sıvazlaması! Gelmeyecek günlerin kara lekesi gibi üzerime çöken bu ağırlık. Açsam da tüm pencereleri dışarıya sızmayan bu karanlık. Yatıya serdim düşlerimi, ipler dünden çamaşır dolu. Sarımtırak sandık lekesi gülüşlerim. Hiçbiri katıksız değil. Her gece boşluğa asılmaktan yorgun düşmüş yıldızlar uçuşuyor tepemde, düş mü görmüştüm yoksa düşmüş müydüm inceden!
İşte şimdi kırıldı kırılmaz sandığım düşlerim, umutlarım, bir zamanlar dört elle sarıldığım inançlarım. Sakın dokunmayın, dağıldığı yerde kalsın ki başkasına referans olsun yaşadıklarım…!