Hayatta kalmanın en basit yolu anda yaşamaktı. Geçmişi geleceği birbirine boca edip sırtında taşımaktansa, hepsini ateşe verip yola devam etmek daha hızlı ilerlememizi sağlıyordu. Kurtulmak lazımdı bize dayatılanlardan, geçmişte yapılan hatalardan, geleceğin belirsizliğini oluşturan kaygılardan.
Çünkü yaşlanmak, yani yaş almak insanın ruhunda lekeler bırakan bir kayboluş gibi iyiden iyiye sarıyordu bedenimizi. Kayboluyorduk bu hiçlikte. Ama yine de birine sarılmak yanmakla eş değerdi bu aralar.
Merak ediyor insan, ne gerek vardı ki o zaman cehenneme?
Şimdi yine bir yol ayrımında kafamız karışık yürüyoruz. Duygularımız idam sehpasında yargılanmayı beklerken kalemi kırılıyor mutlulukların.
Oysa herkesi hayata bağlayan yegâne şey hayaller değil miydi?
Şimdi ota boka karışmış yapraklarla bir rüzgârın eşliğinde uçuşup duruyor masumiyetimiz. Kimin penceresine çarpar, kimin kapısının önüne düşerse nasipleniyor bir parça çimenden. İnsanlığın payına da ne düşerse artık.
İstediğimiz hayat gerçekten bu mu? Başkalarını mutlu etmekten fırsat kalırsa kendimize bir çay söylediğimiz! Yâda ucuz sebeplerin ardında kendimizi yok saydığımız. Oturup düşünmek bedava.
Ama biz hala hatalarımızdan ders çıkarmak şöyle dursun yenisini yapmak için, kapmasınlar diye kazık çaktığımız sıralarda büyüyoruz nedense. Bir durun ya! Bir duralım, bir durduralım.
Neyi mi? Zamanı değil herhâlde! Kendimizi!
Hislerimizi, hırslarımızı, kaygılarımızı hatta çenemizi. Bütün dillerde mutsuzluk aynıdır çünkü farklı şeyler beklemeyin. Kendinizi dinleyin tüm sesleri kapatarak.
Çünkü “Mutluluk geçici, kalıcı olan mutsuzluktur” o yüzden sizde çok misafir etmeyin onu, halı altına da süpürmeyin, açık bırakın kapıyı da çıkıp gitsin. Rızası yoksa kolundan tutup pencereden aşağıya fırlatın, değilse mutsuz olmaya mahkûmsun işte. Kim bilir kaç derdin birleşmesi yarattı bu ağırlığı, kaç döngüden sonra başında yıldızlar uçuşmaktan vazgeçti. Midende kelebeklerin cenazesi var.
Kılma o cenaze namazını bırak, sen onları yeniden yaşatmaya bak.
Mutsuzluğun diğer tarafında bir yaşam seni bekliyor. Geç kalma hayata. Üstüne atılan toprakları merdiven yap kendine. Yüzüne söylenmiş kötü sözleri de ayna!
Her şey mi ters gitti, o zaman hatırla bir yıl dört mevsim. Çatlamış topraklara yağmur yağmasa ne olurdu bir düşün, nasıl karşılardı baharı papatyalar! Çocukluğundan çalınan mutlulukları ara bul ve bu kez sıkı sıkıya tut çantanı. Bir kapkaççının elinde kaybolmasın umutların. Bizi beklemekten sıkılmış bir geleceğe değil de seni adım adım mutluluğa taşıyacak yollara ser gökyüzünü. Hadi acele et, bak dünya savaşıyor, hastalık tavan yapmış, insanların bazıları insan değil, kalp bir anlık kırmızı ışık!