Öyle eksik, öyle az gelmiştin ki bana, sanki bir yangın çıkmışta, sadece birkaç parça bir şeyi kurtarıp kaçmış gibiydin geçmişten. Ama en önemli şeyi almayı unutmuştun işte, kalbini!
Bu etrafa dağılan duman gözlerimi yaşartsa da ortalıkta ateşte yoktu. Yine de bu sıcaklık, umuda değen tüm sevinçleri alıp götürüyordu benden. Sanki vücudumdaki kasları tutan tüm kemikler erimiş, olduğum yere öylece yığılıp kalmış gibiydim. Kollarım kalkmıyor ruhumsa yere inmiyordu. Birbirimizden bağımsız hareket ediyormuşçasına ruhumun sarsılmış bütünlüğüne bakıyordum. Hangi alçı tekrar bir araya getirir bizi, hangi varoluş yeniden tarih yazdırır, hangi kitaba malzeme olur bu yaşadıklarım bilemiyorum. Doğum günümde üflediğim mumların yüzlercesi içimde yanıyor ve bu kez içeri üflediğim nefes bunları söndürmeye yetmediği gibi daha da harlıyordu ateşi ve ben göz göre göre yanıyordum.
Ve en kötüsü de kimsenin yangında ilk kurtarılacak listesinde adım geçmiyordu.
Kısacası yoktum.
O yüzden sevilirken yani hala saçınız okşanırken anı yaşamak lazımdı gerisi sonraki gereksiz detaylar. Yoksa aynı manzarada farklı düşüncelerde boğulmak istemedim hiç! Zaten tüm yorgunluğumun da sebebi bu! Ama hissettiklerim farklı, yaşadıklarım farklı sanmayın! Ben sanırım sadece pes ettim. Aslında içimde bir yerlerde var biraz daha bir şeyler, azıcık kaldı biliyorum. Hani küçük bir çocuğa başparmağını ve işaret parmağını göstererek dersin ya azıcık, oysa ben tüm kalbimle kocaman sevmek istiyordum. Sevilmekten çok sevmeye ihtiyacım varmış gibi kolları sıvamıştım mutluluğa. Daha çok var demek, bende daha çok sevgi var hem de kocaman bir zamanla birlikte. Sonra aynaya bakınca kocaman bir yalancı olduğumu anlıyorum. En azından kocamanlar tutuyor! Hayatı bir yerden yakalamak bu olmasa gerek! Başım dönüyor, tansiyonum çıkıyor diyorum ya nasıl çıkmasın. Gözlerim bulanık görüyor o saatlerde ve sen diyorsun ki ben buradayım sesime gel! Elmamı dedin en son armut mu? Ben kaçırdım sanırım oyunun başını, yoksa aç kapıyı bezirgân başımı oynuyorduk ve kapılar bize bir türlü açılmıyor muydu? Ya da ben bilmiyorum nerden tutacağımı hayatı, biraz kopyamı versen? Söyle seni daha ne kadar çok sevsem diner bu içimdeki acı. Yarım kalmış tüm hikâyeler gibi yoksunluğun yüreğimi dağlıyor. Kendimi teselli edecek cümleleri yan yana getirememek ise aptal bir sevgili olduğumun kanıtı. Bu yangınlara serpecek suyu bulamamak ise cehennemin daniskası. Yanlışlıkla çakılan bir kibrit çöpü olmaktan çıkmıştı bu aşk! Kasıtlı yanık bırakılmış bir köz gibi tüm vücudumu sarmakla meşgul alevler. Üfledikçe ortalık kızılca kıyamet. Belki de zamansız özlediğimden, belki de karşılıksız olduğunu düşündüren bir sevgiden, belki senden, belki biraz benden, belki de biz olmaktan kaçıyorumdur bu aralar. Ondandır yanan ateşe inat buz gibi derin sulara atlamayışım. Yine de uçurumun kenarında süt dökmüş kedi gibi inatla bekliyorum gelmemeni!
Adım attığın yolculuktan bir haber yaşamak ve örtmek karanlığı yorgan diye üzerime ve üşümek yokluğunda haziran sıcaklarına rağmen. Belki her şey daha kolay olurdu bir istiridyeden bir inci çıkarmasaydı kader. Umuda sımsıkı bağlanmazdım o zaman. Ya bu çaresizliğimin içinden çek al bırakma ellerimi, ya da sırtıma hafiften dokun ben bırakayım aşağıya kendimi. Yok olayım bir tanrıya rağmen. Tıpkı gözlerinde susuz boğulmak gibi! Sonrası dipsiz bir kuyu zaten bir türlü düşmeyi beceremediğim.
O yüzden yaz bir kenara sevgili; “İnsan sevince özlemekten daha fazlası gerekiyor. Sarılmak mesela, koyun koyuna uyumak, tamamlanmak mesela ve doğmak gözlerinde yeniden bir gece vakti.”
Çok isterim…!